11 Aralık 2013 Çarşamba

Antoine de Saint-Exupery - Küçük Prens


Okuduğum Tarih: Kasım 2013

            Bu kitabı ödeten beri kitapçılarda kasa önünde görürdüm. Bir ara okuyayım diye düşünürdüm; arkadaşım Jak Penso bana ağırlıklı Fransız yazarları okuduğum bu dönemde Saint-Exuper’i tavsiye edince artık zamanıdır diyerek aldım.
            Tahmin ettiğim gibi büyükler için yazılmış bir masal, küçüklere de hitap ediyor, tabi ki büyüklerin hayat tecrübesiyle algıda farklılıklar olacaktır.
            Yazar/Anlatıcı Büyük Sahra Çölü’nde uçağı bozulunca inip çölde vakit geçirmek tamirle uğraşmak zorunda kalır.
            Bir gün çölde Küçük Prens’le karşılaşır. Kendilerinden başka kimse yoktur. Küçük Prens ona koyunla başlayarak değişik resimler çizdirir. Böylelikle sohbete, arkadaşlığa başlarlar. Küçük Prens önce ona kendi gezegenini anlatır. Gezegeni bir ev büyüklüğündedir. Bir tek çiçeği vardır. Gezegeni Küçük Prens her gün zararlı ağaçlardan temizler (Baobaplar), volkanlar vardır, onları da temizler, gezegeninde Küçük Prens tek başınadır.
            Küçük Prens gezegeninden kaçmaya karar verir. Arka arkaya 7 gezegene gider. 1. Kralla görüşür, onun diktatörlüğünden sıkılır. 2. Kendini beğenmiş ile tanışır, onu sevmez. 3. Ayyaşla tanışır, ona acır. 4. İşadamıyla tanışır ama onu garip bulur. 5. Fenerci ile karşılaşır onu çok beğenir çünkü fenerci kendisi için değil başkaları için çalışmaktadır. 6. Coğrafyacıyla tanışır ama ona da alışamaz. 7. Ve son gezegen Dünya’dır.
            Dünya’ya gelince önce yılanla karşılaşır. Yılan istese onu sokarak Küçük Prens’i gezegenine geri döndürebileceğini söyler. Çiçekle karşılaşır, ondan insanlar hakkında bilgi alır. Dağa çıkar kendi sesinin yankısını anlamaz, monoton bulur. Güllere rastlayınca çok fazla sayıda oluşlarından dolayı değerlerini az bulur. Tilkiye rastlar ve tilkinin ısrarıyla onu evcilleştirir ama sonra ayrıldıklarında ikisi de (özellikle tilki) üzülürler.
            Sonra da Anlatıcı ile karşılaşır ve ona hikayesini anlatır. Bir yılı dolunca yıldızının (gezegenin) tam indiği yere geleceğini bildiği için üzülerek Anlatıcıdan ayrılır ve evine döner. Anlatıcı da okuyucuya yani bize yıldızlara bakmamızı ve koyunun çiçeği yiyip yemediğini kendimize sormamızı tavsiye eder. Anlatıcı da çok üzgündür ama Küçük Prens için de mutludur.
GÖZLEMLERİM:
·         İyi/kötü bitkiler (insanlar)
“İyi bitkiler ve kötü bitkiler vardı. Dolayısıyla da, iyi bitkilerin iyi tohumları, kötü bitkilerin kötü tohumları olurdu. Ama bu tohumlar gözle görülmezdi.”  (s22)
·         
       Boa yılanları,
“Boa yılanları avlarını bütün olarak, çiğnemeden yutarlar. Sonra da, yerlerinden kıpırdayamazlar ve altı ay süren sindirim boyunca uyurlar.” (s9)

  
·         Büyüklerin sorunları / çocuklardan farklılıkları,
“Büyüklere her şeyi açıklamak gerekir zaten.”  (s10)
“Büyükler hiçbir şeyi asla kendi başlarına anlayamıyorlar; onlara her şeyi açıklayıp durmaksa, çocuklar için gerçekten çok yorucu…”  (s10)
“Büyükler rakamlara bayılırlar.”  (s19)
“Çocuklar yetişkinlere daima büyük bir hoşgörü göstermeli. Neyse ki, yaşamın anlamını bilen bizler için, rakamların hiç önemi yok.”  (s20)
“Gözlerini benden ayırmadan, “Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun!”...  (s28)
“Kendini beğenmiş kişiler, övgüden başka bir şeye kulak vermezler.”  (s43)
“Şu büyükler kesinlikle çok tuhaf oluyorlar,” dedi kendi kendine.”  (s44)
“Büyükler size hiç inanmayacaklardır. Onlar çok daha geniş bir yer kapladıklarını sanırlar.”  (s59)
“Gökyüzüne bir bakın. Sonra da kendinize sorun: “Koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?” Göreceksiniz, her şey nasıl da değişecek…
Ve hiçbir yetişkin insan, bunun ne kadar önemli olduğunu asla anlamayacak!”  (s93)

·         Küçük Prens’in gezegeni hakkında bilgiler,       
“Geldiği gezegen, en fazla bir ev kadar büyüktü!”  (s18)
“Her sabah kendinize çeki düzen verdikten sonra, gezegeni de köşe bucak temizlemelisiniz. Küçükken gül fidanına çok benzeyen baobapları fark eder etmez, söküp atmak gerekir. Bu çok sıkıcı bir iştir, ama çok da kolaydır…”  (s24)
“Küçük Prens’in gezegeninde, çok sade, tek sıra taç yapraklı çiçekler vardı hep. Fazla yer kaplamıyorlar ve kimseye rahatsızlık vermiyorlardı.”  (s30)
“Etkin volkanların bacalarını özenle temizlemişti. Tam iki tane etkin volkanı vardı ve bu sayede sabah kahvaltısını kolayca ısıtabiliyordu. Bir de sönmüş volkanı vardı. Ama “Ne olur, ne olmaz!”  (s34)
“Benim, her gün suladığım bir çiçeğim var,” dedi. “Ayrıca, her hafta temizlediğim üç volkanım. Sönmüş volkanı da temizliyorum çünkü. Ne olur ne olmaz. Bu yaptıklarım, volkanlarımın işine yarıyor, çiçeğimin de… Ama sen yıldızların işine yaramıyorsun…”  (s49)
“Ama, o tek başına hepinizden daha önemli, çünkü, benim suladığım gül o.”  (s72)

·         Dostluk         
“İnsanın dostunu unutması çok acı bir şey. Herkesin dostu olmaz.”  (s20)

·         Büyüklerin rakamlara olan düşkünlüğüne eleştiri
“Büyükler rakamlara bayılırlar.”  (s19)
“Onlara denilmezi gereken şudur: “Milyonluk bir ev gördüm.”  İşte o zaman, “Ah, ne kadar güzel!” derler size.”  (s20)
“Neyse ki, yaşamın anlamını bilen bizler için, rakamların hiç önemi yok!”  (s20)
“Hayatında tek yaptığı şey, rakamları toplamak. Bütün gün senin gibi, ‘Ben çok ciddi bir adamım! Çok ciddi bir adamım ben!’ diye söyleniyor.”  (s29)






·         Bahsedilen Türk lideri kim?
“Dediği dedik bir Türk lider, karşı çıkanları ölüm cezasıyla tehdit ederek, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini şart koştu.”  (s19)

·         Çizimler/resimler bahsedilmesi hikayeye sanat katıyor,          
“Bana bir koyun çizer misin, lütfen!” diyordu ses.”  (s11)
“İşte, bunca zaman sonra, en iyi çizebildiğim resmi bu.”  (s12)
“Küçük Prens’i elimden geldiği kadar aslına uygun çizmeye çalışacağım elbette.”  (s21)
“İşte Küçük Prens’in tarifleriyle bu gezegenin resmini yaptım.”  (s24)
“Bu resim üzerinde bu kadar uğraşmamın nedeni, benim gibi, farkında olmadan uzun zamandır bu tehlikeyle burun buruna yaşayan dostlarımı uyarmak.”  (s24)
“Koyununa bir ağızlık çizerim. Çiçeğin için de bir çit. Hatta…”  (s30)

·         Neredeyse her sayfada resimlerin olması kitaba masalsı, çocuksu, naif bir duygu yüklüyor.

·         Çiçekler
“Çiçeklerin bir anları bir anlarına uymuyor. Bense, onu sevmeyi bilemeyecek kadar gençtim o zaman.”  (s34)

·         Kralcılık/diktatörlük,           
“Kralların gözüne her şeyin ne kadar basit göründüğünü bilmiyordu ki. Tüm insanların onların uyruklarıydı krallar için.”  (s37)
“Kral huzurunda esnemek protokol kurallarına karşı gelmektir.” dedi kral. “Esnemeni yasaklıyorum.”  (s37)
“Çünkü, otoritesine saygı gösterilmesi, kral için her şey den önemliydi.”  (s39)
“Herkesten verebileceği kadarını istemek gerek. Otorite her şeyden önce mantık ister.”  (s40)

·         Yargılamak
“O halde, kendi kendini yargılarsın sen de,” diye yanıt verdi kral. “En zoru budur. Kişinin kendi kendini yargılaması, başkalarını yargılamasından çok daha güçtür. Kendi kendini yargılamayı beceriyorsan, hakikaten bilge bir kişisin demektir.”  (s41)
·         Kendini beğenmişler
“Çünkü, kendini beğenmiş kişiler, herkesin kendilerine hayran olduğunu sanırlar. (s42)
Kendini beğenmiş kişiler, övgüden başka bir şeye kulak vermezler.”  (s43)

·         Fenercilik
“Fenerini yaktığında, bir yıldız ya da bir çiçek daha doğuyor sanki. Fenerini söndürdüğünde de, o çiçek ya da yıldız uykuya dalıyor. Çok güzel bir meslek bu. Güzel olduğu içen de yararlı.” (s50)
“Ama, şimdiye kadar bana gülünç gelmeyen tek kişi o. Belki de, kendisi dışında bir şeyle uğraştığı için.”  (s53)


·         Coğrafya
“Coğrafya kitapları, tüm kitaplar içinde en ciddi olanlarıdır. Zaman geçse de, geçerliliklerini kaybetmezler. Bir dağın yer değiştirmesi, çok ender görülen bir olaydır. Bir okyanusun sularının boşalması da ender görülür.  Biz sonsuza kadar var olacak şeyleri yazarız.” (s56)

·         Hikayenin başındaki şapka resmi testini de çok beğendim. Ben de o resmin yazar gibi bir hayvan olduğunu düşünmüştüm.

·         İlginç istatistikler
“Dünya öyle sıradan bir gezegen değildir! Orada tam yüz on bir kral (tabii, zenci krallar da dahil), yedi bin coğrafyacı, dokuz yüz bin işadamı, yedi buçuk milyon ayyaş, üç yüz on bir milyon kendini beğenmiş adam, kısacası, yaklaşık iki milyar yetişkin bulunur.”  (s58)
“Elektriğin icadından önce, altı kıtanın tümündeki sokak fenerlerini yakmak için, tam dört yüz altmış iki bin beş yüz on bir kişilik fenerci ordusunun işbaşında olması gerekiyordu.” (s58)
·         Mizah
“Mizah yapayım derken, bazen azıcık yalan da söylüyor insan.” (s59)

·         İnsan
“Rüzgarlar gezdiriyor onları. Kökleri yok zavallıların, bu yüzden de çok eziyet çekiyorlar.” (s62)
“İnsanların hiçbir şey öğrenecek vakitleri yok artık. Her şeyi satıcılardan hazır alıyorlar.” (s69)

·         Evcilleştirme/alıştırmak,    
“Başka bir ayak sesi duydum mu, yerin altına kaçmam gerekir. Ama seninki, tıpkı bir müzik sesi gibi, beni inimden dışarı çağırır.”  (s69)
“Çok sabırlı olmak lazım,” dedi tilki. “Önce, az ötemde oturacaksın, şöyle, otların üzerine… Ben sana göz ucuyla bakacağım; ama, sen hiçbir şey demeyeceksin. Dil bütün yanlış anlaşılmaların kaynağıdır. Ama, her gün, birazcık daha yakınıma oturmalısın…” (s70)
“Bir şeyi evcilleştirdin mi, sorumluluğu sana ait olur. Gülünden sorumlusun yani…”  (s74)
“Gülünü senin için bu kadar önemli kılan, ona harcadığın zamandır.” (s74)

·         Yüreğiyle görmek
“En iyi, yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”  (s74)

·         Çocuklar
“Büyükler hiçbir şeyi asla kendi başlarına anlayamıyorlar; onlara her şeyi açıklayıp durmaksa, çocuklar için gerçekten çok yorucu…”  (s10)

“Yalnızca çocuklar ne aradıklarını biliyorlar,” dedi Küçük Prens. “Bezden bir bebekle saatler geçirebilirler, her şeyleri o bebektir sanki; biri onu ellerinden almaya kalkarsa da hemen ağlayıverirler…” (s75)

Aziz Nesin - Gol Kralı



Okuduğum Tarih: Temmuz 2012

            Aziz Nesin’in futbol dünyasını yeren önemli bir yapıtı. Özellikle sonlara doğru kitabın tansiyonu arttıkça okumanın da keyfi aynı oranda arttı.

            Sosyetik Kerkenez Sevim, Tozkoparan futbol takımının oyuncularıyla yatıp kalkmakta ve sık sık kürtaj olmaktadır. Sonunda karşısına yolunacak kaz olarak mirasyedi Sait çıkınca onu tavlamayı üstüne alır. Nişanlanırlar ama Sevim’in annesi Mehcure hanımın görgüsüzlüğü yüzünden bir türlü ev bitmediği için evlenemezler. Bu arada sürekli aldatılan, enayi yerine konulan Sait uyanmaya başlar ve eski arkadaşı Dr. Refik ile yeni arkadaşı Antrenör Tomson’un yardımlarıyla futbol öğrenmeye başlar. Bir süre sonra gol kralı da olunca Sevim’e hiç yüz vermez ve Sevim’in sevgilisi Duvar Ahmet’i de alt ederek Tozkoparanlı takımının azılı rakibi Hacetbabalı takımında bir yıldız gibi oynayıp takımı birinci yapar. Ancak 1 gün sonra sporu bırakır.

Gözlemlerim :

*Rıfat Ilgaz’ın mizah romanlarında olduğu gibi kahramanların komik takma adları var: Kerkenez Sevim, Kayış Suat, Duvar Ahmet, Dubaracı Dündar, Tüyü bozuk, Safranzade, Kıvır Kadri, Haltyedibaşı Emine, Ferferik, Büyük Sevim, Kababut Sevim, Çiklet Sevim, Belgeli Sevim, Kora Naci, Çivi Mustafa, Kazık Özer, Yeonu Atilla, Domuz Murat, Kadın Budalası, Temiz Aile Kasabı Turan, Biber Osman, Zırnık Bekir, Küçük Ali, Transfer Kuşu, Madik Salih, Ağları Yırtan Haydar, Hopsayit, Fingo Ömer
*Bugünün ezeli futbol takımı rakipleri gibi bu romanda da başrolde Tozkoparanlı ve Hacetbaba VAR.
*“……. Kırk yaşındaydı, yani erkeğin en olgun çağı.” (s6) bana 41 yaşında olduğum için ilginç geldi.

*Ermeni aksanlı sözler:
“Ka nerdesin Sait Beyim, maraktan gözümü uyku tutmamıştır… dedi.” (s45)
“Habar da vermediyseniz, maraktan çatloordum…” (s45)
“Duvar Ahmet’siniz, yoksam benzetooorum? diye sordu?” (s58)
“Ağnamoorum, dedi, Sait Bey kayboldu deor, ne deor…” (s188)

* Sosyete teması :
“Sosyetede iyi bir mevkii olan bir kocaya artık ihtiyacın var.” (s21)
“Kerkenez Sevim, Sait’in yüksek sosyetedeki yerini öğrenince, avucuna gelmiş olan büyük bir kelepiri nasıl kaçırdığını anladı.” (s49)
“Dalton Otelinde büyük bir nişan yapılacak ve bütün yüksek sosyetenin kalburüstü kişileri ve kaymak tabakası çağrılacaktı.” (s78)
“Sosyeteden de hiçbir şey gizlenmiyordu.” (s199)

*Futbol dünyasına taşlar:
-Futbolcuların herkes tarafından tanınmaları:
“Kendi çevrelerini bütün bir dünya sanan ünlüler gibi, Duvar Ahmet de, Sait’in kendisini tanımamasına gerçekten çok şaşmıştı. Böyle bişey başına ilk geliyordu.” (s58)

-Futbolcular biliniyor ama devlet adamları bilinmiyor :
“Bin kişiye sorsan Duvar Ahmet kim diye, sana bi tamam hayatını anlatır, belki içlerinden bitek bilmeyen çıkar. Bir de hükümetten birini sor bakalım, bin kişiden bir kişi bakanlardan birinin adını bilecek mi?” (s161)
“Evet, dedikleri gibi, yediden yetmişe herkes Duvar Ahmet’i biliyordu da hükümette kimler var bilmiyordu;” (s168)

-Sevim’in futboldan başka hiçbir şey bilmemesi:
“Futbol, yani daha çok futbolcular, bir de kötü film artistleri dışında akıl almaz ölçüde bilgisiz olan Kerkenez Sevim,” (s83)
“Nişanlısının futbol bilgisinin derinliğine şaşıyordu. Brahms’ı bilmiyordu ama, ünlü spor yazarı "Erol İpkıran’ın durmadan yanlışlarını çıkarıyordu.” (s99)

-Takımın başarılı olması :
“Bir futbol takımının başarısı, yani maçlarda zaferi, lig şampiyonu olması, yabancı takımlarla maçları kazanması için, ne futbolcu ne antrenör önemliydi; bunlardan çok daha önemli üç şey gerekiyordu: Kurnaz bir idareci, iktidardaki partinin çok ileri gelenlerinden birini kulübe başkan yapmak, bir de zenginleri kulübün delisi haline getirmek… Bu üçü bir araya geldi mi, futbolcunun da, antrenörün de en iyileri bulunur ve takım başarıdan başarıya koşardı.” (s91)

-Spor yazarlığı :
“Bu spor yazarlığı öyle bişey ki ağabeycim, bu işte tutunabilmek için ya spor yapamayacaksın, yada yapsan bile beceremeyeceksin… Çünkü, bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar… Öyle dii mi abicim?...” (s128)
“Amerika’nın tarihe geçmiş bütün yazarları, benim gibi her işe girip, ama hiçbir işte dikiş tutturamayarak yazar olmak zorunda kalmışlardır. Yazım çirkin ve imlam da bozuk olduğundan, ayrıca Türkçeyi de iyi bilmediğim için, beni tercihen spor yazarı yaptılar.” (s129)
“Gazetecilerle arası çok iyidir, çünkü bütün dümenlerini gazetecilerle yürütür. Kulüpten bir muhalifinin canına okumak istediği zaman, bütün gazetelere o adamın mesela yüz bin lirayı nereye harcadığını sordurtur. Basında bir gürültüdür kopar:” (s131)
“Ben böyle bir haber uydurdum mu, Duvar Ahmet de cezadan kurtulur.” (s138)
“Evet… Türk futbolunun profesörü… Çünkü, bu futbol denilen dalganın bütün dalaverelerini, hilelerini herkesten iyi o bilir…” (s138)
“Basın bir futbolcuyla ilgilenmeye başladı mı, isterse onu yıldız yapar, isterse bir yıldız oyuncuyu da madara ederdi.” (s230)

-Hakeme sövmek :
“Üstelik Duvar Ahmet hakeme de söver. Bizim futbolcular içinde en çok ceza alan Duvar Ahmet’tir.” (s137)

-Faul Yapmak :
“Futbolun kurdu olduğundan, yaptığı faulleri en dikkatli hakemlere, hatta on binlerce seyirciye bile yutturuyordu.” (s170)
“Yaradana sığınıp, herifin kuyruk sokumu budur diye bir şiddetli şut çekeceksin ki, neye uğradığını şaşırsın; o sırada gözü kalede olduğundan yuvarlanmayı akıl edemez. Sen ondan atik davranıp, etinden et koparılmış gibi bağırarak kendini yere atıp debelenmeye, kıvranmaya başlayacaksın. Saha çamursa çamura, topraksa toza batıp beleneceksin yuvarlanmaktan… Bu bir futbol hüneridir arkadaş, herife tekmeyi savurmakla kendini yere atman gözle kaş arasında olacak ki, kimin kime tekme attığı anlaşılmasın; bunu bir cenab-ı mevlam, bir sen, bir de tekmeyi yiyen herif bilecek… Sen kendini yere atıp bağırarak yuvarlandın mı, bizim seyircinin huyudur, yenilene, dövülene acır ve yenene, dövene kızar. Çünkü, dayak atanı hep haksız, dayak yiyeni de hep haklı sanır. Neden?” (s177)
“Çünkü ikinci yarıda oyuncular toptan daha çok birbirlerine vurdular.” (s212)

-Seyirciler arasında Alman, Fransız, İngiliz ve Türklerin kıyaslanması :
“Almanlar bizim seyirciye hiç benzemez. Bizim seyirci düşene acır, Alman seyirci düşene kızar. Bizim seyirci dayak yiyenden yana olur, Alman seyirci dayak atandan yanadır,” (s178)
“Fransız seyircisi bizim seyirci gibi değildir, numarayı yutmaz, şıp diye çakar herife tekmeyi atıp yere yuvarladığını… Eğer bu numarayı hakeme yutturabilirsen seni alkışlar, ‘Aferin herife, iyi numara yaptı,’ diye… Yoo, hakeme yutturamazsan, ‘Tüh, beceriksiz herif!’ diye seni yuhalar, eline geçirirse yüzüne de tükürür.” (s178)
“İngiliz seyircisi yutmaz. Sen daha herifin arkasından koşarken senin içinden geçen niyetini okur,” (s178)

-Maçta yaralanma taklidi :
“Herifler seni paçavraya çevirdiler. O zaman, en yakınından geçen birine şöyle bir sürünüp kendini yere atarsın…” (s180)

-Sahaya seyircilerin mısır koçanları, gazoz şişeleri atmaları :
“Sahaya mısır koçanları, ayva kozalakları, gazoz şişeleri yağmaya başlamıştı.” (s210)

-Seyircinin daha önce çok tuttukları bir oyuncuyu yıldızı söndükten sonra yuhlamaları
“Seyirci denilen yığının nasıl kıyıcı, acımasız olduğunu onun kadar iyi bilen çok azdı.” (s266)

-Taraftarlar arasında çıkan şiddet eğilimli kavgalar:
“Elbet Hacetbaba kazanır Allahın izniyle…” demiş, bu yüzden bıçaklanmıştı. Haberi veren gazetenin bildirdiğine göre, yaralı köylü hastanede,” (s271)

-Karaborsada fahiş fiyatlara satılan biletler:
“Her zaman olduğu gibi bu bildiri, bilet karaborsasını büsbütün alevlendirmişti.” (s271)

-Futbolseverlerin geceden battaniyeleriyle gelip sabaha kadar bilet kuyruğunda beklemeleri
“Normal fiyatla bilet almak isteyen dar gelirli futbolseverler, daha bir gece önceden sırtlarında paltoları, battaniyeleriyle stadyum kapısına dayanıp, gişelerin açılmasını beklemeye başlamışlardı.” (s279)

-Maç kazanılırsa bir kunduracının tüm takım oyuncularına bir çift kundura hediye edeceğini vaad etmesi. (s273) aklıma son yıllarda bir inşaat firması sahibinin her oyuncuya birer daire söz vermesini getirdi.
“Gazetelerin yazdığına göre bir kunduracı, maçı kazanırsa, Tozkoparan’ın bütün oyuncularına, yöneticilerine ve hepsinin ailesine birer çift iskarpin yapacağına söz vermişti.” (s273)
“Dündar Dubara, galip gelirse Tozkoparan oyuncularına onar bin lira vereceğini söylüyordu.” (s273)

-Futbol maçı izlemenin psikolojik olarak insanları rahatlatması ve söverek, bağırarak kendilerini rahatlatmaları
“Bu maçların, insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için yardımı, yararı, oluyordu.” (s290)
“Gerçekte onlar boşalıp rahatlamayı gereksiniyorlardı. Ama kime, kimlere sövmeleri gerektiğini bilmediklerinden, bilseler de onlara sövmeleri olanaksız olduğundan, şu zavallılar umarsızlık içinde birbirlerine, hakeme, karşı takım oyuncularına sövüp bağırıp rahatlıyorlardı. Halkta birikmiş ve çıkış yolu bulamayan coşkuların, böylece tehlikesizce boşalmasıysa, yönetmenlerin, politikacıların işine geliyordu.” (s291)
*Futbolcuların satışa çıkarılması konu edilen temalardan. Bununla ilgili yazar taşlamalardan çekinmiyor.

*Sosyete Dünyasına Taşlar:

-
Sosyetede evde misafir ağırlamak :
“Kim gelirse gelsin, misafir olarak özel biçimde karşılanmaz, sanki aileden biriymiş gibi davranılırdı. Onun için Sait, bu evde umursanmamaya alışmıştı. Duvar Ahmet, Dündar Dubara yada başkaları için de aynı şeydi. Bunlar eve girer, rahatça istedikleri yerde oturur, içkilerini bardaklarına kendi kor, karınları açsa mutfakta ne bulurlarsa yerler, hatta yorgun yada uykusu olan biyana yatar uyurdu.” (s108)

-Kadınların kocalarına kötü davranmaları :
“Sanki kendisi de babasına çok daha kötü, çok daha kaba davranmıyor muydu? Haftada üç dört kez, “Ben artık seninle yapamayacağım herif… Dayanamam, katlanamam sana!... Defol, gözüm görmesin seni!” diye bağırmıyor muydu! Böyle söyleyince de babasında hoşafın yağı kesilip, annesinin ayaklarına kapanıp yalvarmıyor muydu! “Bunca yıllık mutlu aile yuvamızı yıkma karıcığım,” diye ağlamıyor muydu!” (s117)

-Sonradan görmelik:
“Mehcure Hanım, yapılan, alınan hiçbişeyi beğenmemekle, görmemiş insanların, çok görmüş, çok bilirmiş geçinme numarasını yapıyordu. Böylece hem kızını hem kendisini ağıra satacaktı.” (s159)
“Zaten bütün bunlar hep senin yüzünden başıma gelmedi mi? Yok, koltukların rengi açık, yok hela fayansının rengi koyu… Görmemişliğin sonu bu işte…” (s281

*Eski İstanbul töreleri:
-Kız istemeye gidilmesi/evlilik:
“Bir eve kız beğenmeye görücü gitti miydi, adettir, kahveyi evin kızı getirir. Ne kadar zengin, görmüş aile olsa, evde on hizmetçi de olsa yine bu böyledir.” (s64)
“Bir eve kız istemeye gidildi miydi, görücü kadın bir yolunu bulup ayakyolunu görecek ki, evin kızının hanımlığını, hamaratlılığını anlasın… Ayakyolu temiz paksa, artık evin öbür yanları da temizdir. Ayakyolu temiz olan evin kızını, hiç korkma, hemen al… Yook, ayakyolu kirliyse, artık başka hiçbişeye bakmadan, ağzını da açmadan, dön gel…” (s65)
“Bende bir kutu kestane şekeri götürdüm. Şekerciye, “Paketi sıkı bağla, ipe de bir kördüğüm at!” dedim. Bir kızın, tutumlu olup olmadığı, paketi açarken belli olur. Eğer, paketin ipini kesmeden, düğümünü çözer, sonra ipi yumak yapıp biyana saklarsa, işte o kız tutumlu bir ev hanımı olacak demektir. Yook, ipi keser de atarsa, o kızla evlenecek erkeğin vay haline…” (s66)
“Mehcure ile nişandan, hatta nikahtan önce gezip tozmalarına engel olmuşlardı da, Hasip2 "Ferferik aşk ateşiyle cayır cayır yanmıştı,” (s79)

-Evdeki problemlerin dışarıya aksettirilmemesi:
“Eski İstanbul ailelerinin töresine uyarak, Berrin Hanımefendi de ev içi dertlerini elbet dışarıya yansıtmayacak, kimseye yakınmayacaktı.” (s124)

-Klişe “Abicim” hitabı:
“Küçük büyük herkese, her cümlesinin başında “abicim” demeye ve böylece kolay yakınlık kurmaya alışkın olan Erol İpkıran...” (s126)

*Romanda geçen deyimler:
“Sakla samanı, gelir zamanı” (s66)
“Aşk, adamı deli deli söyletir.” (s70)
“Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.” (s106)
“Kaçan kovalayandan hızlı koşar” (s215)
“Demir tavındayken dövülür…” (s221)
“Her horoz kendi çöplüğünde öter.” (s262)
“Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur.” (s265)
“Sağlam işkembe iri göbekte bulunur.” (s272)




*Solcu:
 “Yabancılardan para aldığından hiç kuşku olmayan bu solcu yazar, kendi kalesine gol atan Duvar Ahmet’i kutlayarak, şerefli Türk sporcularına leke sürmek istiyordu.” (Sayfa 218)
“Bu ancak solcuların işidir.” (Sayfa 250)

*Çobanın kadın fıkrası:
“Kadınla hiçbir ilişkisi olmayan bir çoban, günün birinde bir kadınla evlenmek ister. Evlenmek istediği kadının topal olduğunu söylerler. Çoban “O’ssun!” der. Bir gözünün kör olduğunu söylerler. Çoban, “O’ssun!” der. “Ama sağır da…” derler. Çoban yine, “O’ssun!” der. “Sırtında kamburu da var…” Çoban yine, “ Va’ssın o’ssun!” der. “Çok yaşlı yahu, yerinden kalkamaz o…” “Va’ssm, o’ssun..” “O karı delidir be…” “Va’ssın o’ssun canım…” Şöyle derler; böyle derler, ama ne deseler çobanın kabulü. Sonunda, kadını o kadar çok yererler ki, gözü kararmış olan çoban, “Canım, karı o’ssun da, n’olussa o’ssun yahu!” diye bağırır.” (s80-81)

*Brahms gerçekten böyle miydi?
“Brahms’ın da otuz yaşını geçinceye kadar sakalı çıkmamıştı. Yirmi beş yaşına gelinceye kadar bir incecik kızdan fark edilmezdi, utangaç ve beceriksizdi. O da mavi gözlü ve sarışındı. Küçük bir kız çocuğu görünüşlü olduğu için, Sait’in şimdiki yaşındayken Brahms’ı Baden-Baden kentinin gazinosuna almamışlar, bu yüzden Brahms arkadaşlarının alay konusu olmuştu. Uzmanlar, Brahms’ta gelişme bozukluğu olduğunu söylüyorlardı. Sait’e göre, belki de bu yüzden Brahms hiç evlenmemişti. Ama sonradan, Brahms kırk yaşını geçtikten sonra, onda büyük bir değişiklik olmuş, sakalları çıkıvermişti, gövdesi erkekleşip kalınlaşmıştı.” (s83-84)

*Bulgar bir kimseden yedek bacak takılan Rasim’in yorumları:
“Ahlata armut aşılar gibi, Bulgar’ın sağlam bacağını bizim Rasim’e takıyor. Hatta bu Rasim, yanımızdan bir Bulgar birliği geçerken sol bacağını zor tutardı; sol bacağı Bulgarlara doğru giderdi.” (s90)

*Sait ile ilgili psikolojik yorumlar/analizler:
“O gerçek bir dünyada değil, kurgusal bir dünyada yaşıyordu.” (s118)
“Oysa Sait’i bir ruh hastası olduğunu kendisine bildirmeden tedavi etmek istiyordu.” (s142)
“Dinamik ruh hekimliğine, yani psikanaliz ekollerine göre, bu hastalık bilinçdışı saplanmalara ve erken yaşlardaki bazı çatışmalara bağlı komplekslere bağlanmakla birlikte, buna paralel olarak şartlı refleks mekanizmalarının etkisinde görülebilir.” (s171)
“Çünkü, hastalığı, iyileşmekten üstün tutarlar. Bu hastaların hastalıklarını uzatmaları bir çeşit hastalığa sığınma ve bilinçdışı olarak, bir güçsüzlük duygusuna karşı kendi kendini cezalandırma duygusudur, buna gereksinirler. Gizli korkuları iradelerine üstün gelir.” (s171)
“Büyüdüğü zaman da, psikolojik korku ve fizik güçsüzlükle oynamaktan, yaşının gereğini yerine getirmekten çekinmiş, ama bu duygu içinde tatminsiz bir özlem olarak kalmıştı.” (s186)

*Rakı:
“İçkinin hası, kurban olduğum rakı… Rakının kulak mezesi de alaturka sazdır, şarkıdır efendim…” (s147)

*Matematik:
“Matematik demek… Öyle bişey ki bu… Hani nasıl dünya öküzün boynuzunda duruyor derlerse, işte matematik de öyle. Bütün bilimler matematiğin şeyinde durur… Matematik bütün bilimlerin esasıdır, temelidir… Hayır… Matematiğe söz söyletmem…” (s153)


*Şiir:
“Gönül sana tapalı
Kapın bana kapalı
Şaşırmışım yolumu
Bu sevgiye tapalı

Geceme güneş olsan
Kalbimi görmüş olsan
Unuturdum cihanı
Bana bir gün eş olsam” (s154)

*Sevim için psikolojik analiz:
“Onun, elinden kaçırdığı şeyin arkasından koşan bir tip olduğunu hiçbiri anlayamıyordu.” (s234)

*Öz Tozkoparanlar Grubu bana bir zamanlar çıkan turizm seyahat otobüs şirketlerini taklit eden benzer isimleri anımsattı:
“Tozkoparan’ın genel kongresine bir ay kala, bir yeni grup daha ortaya çıktı: “Öz Tozkoparanlılar Grubu…” (s243)

*Aşk
“Ahtapot durumunda sarmaş dolaştılar.” (s274)

*Futbolun tanımı:
“Futbol takımı bir saate benzer. Saatin çarklarından biri kendi başına hoplayıp zıplamaya başlarsa, o saat delirmiş demektir.” (s288)

*Aziz Nesin’in Gol Kralı’nı yazmaktaki amacı:
“Yaşadığım çağ Türkiye’sinde amacından saptırılmış spor denilen yozluğu Gol Kralı romanımda anlattım.” (s302)

*Kadınlar:
“Kitap gibi kadın, çevir çevir oku.” (s275)

*Köşklerin yıkılıp yerine apartmanların yapılması:
“Ama teyzeciğim, bu önünde durulmaz bir akım… Bakın, eskiden çevremizde, buralarda hep bizimki gibi köşkler vardı, hiçbiri kaldı mı? Hepsi yıkılıp yerine apartman dikilmedi mi?” (s276)

*Hiçbir şeyde dikiş tutturamayan kişilerin yazar olmak zorunda kalmaları:

*Saygı duruşlarının ne zaman biteceğine kim karar verir?

“Saygı duruşuna Dündar Dubara geçirdiğine göre, yine onun işaretiyle saygı duruşu sona erecekti ama, bitürlü işaret vermiyordu ki, herkes yerine otursun. Bir dakika oldu, üç dakika oldu…” (s255)