7 Aralık 2014 Pazar

Buket Uzuner - Balık İzlerinin Sesi






Balık İzlerinin Sesi, Buket Uzuner [AAKA-908]

Okuduğum Tarih : 31-10-2013



Buket Uzuner’in okuduğum ilk eseri. İncemsi bir eseriyle başlayayım diye tavsiyesiz olarak (okuduğum kitapların büyük çoğunluğu gibi) aldım ve büyüsüne kapılıp gittim.
İlk başlarda ciddi ciddi Birleşmiş Milletler’in “seçilmiş-üstün zekalı ya da üstün başarılı” öğrencileri İsveç’te bir kampta topladığı bir seminer/okulun içinde yaşananlar kaleme alınmış zannediyordum. Sonra karakterlerin dünya tarihinin önemli insanlarıyla bütünleştiğini görünce anında uyanmasam da burasının bir kampus değil de akıl hastanesi olduğunu idrak ettim. Türk kahraman Afife Piri gibi tüm hastaların kendilerini tarihi karakterler zannettiklerini fark edince hem içim cız etti hem de bir yandan çok farklı ve eğlenceli geldi roman. Bu romanın kahramanları “Seçilmişlerin” programının yöneticisi Dr. Günnar’a özel bir saygı/korku da besliyorlardı. Sonra onun akıl hastanesinin başhekimi olduğunu anladım. Ancak kitabın hemen hemen yarısından itibaren hastalar dünyada kimsenin bilmediği adaya kaçmaya başladıklarında onlar için içten içe sevinmeye başlarken sonraki sahnelerde Dr. Günnar’ı bu sefer Cengiz Han olarak gördüğümde iyice şüpheye düştüm. Ya Dr. Günnar’da hastalardan biriydi başından beri, ya da doktor olduğu halde bu zararsız ama yüksek kültürlü ve sanatçı ruhla hastaların suyuna gidiyordu. Tabii düştükleri/kaçtıkları adanın teknolojik boyutu, yaşayış tarzları beni yine de düşündürdü; acaba hastalar kendilerine verilen sakinleştirici/uyuşturucu hapların etkisiyle mi bu halüsinasyonları görüyorlardı?
Neyin nasıl olduğunu ve arkasındaki mantığı anlamaya çalışmadan yalnız konuya odaklanırsak;
Afife Piri (anne tarafından Afife Jale ve baba tarafından Piri Reis’in soyundan) geldiği İsveç’teki kampüste Romain Gary’nin komşusudur. Diğer “Seçilmiş” katılanlar: Jeanne (Jeanne D’Are), Carmen de Cervantes, Aurare Sand, Brooks Nin, Cyrans De Bergeaj, Roni Chagal, Anders Grieg ile seminerlere katılırlar. Afife Romain’den çok etkilenir. Romain önce ilgisini Jeanne’e yöneltse de (ki arada Afife de müziğinden çok etkilendiği Grieg’e yaklaşacak hatta bir geceyi onun yatağında geçirecekti.) sonra Afife’ye yaklaşacak ve aralarında müthiş bir aşk başlayacaktır.
Sonra aralarından birer birer katılımcılar kaybolmaya başlıyor. Korkuyorlar ve Romain’in kurduğu planla son derece bilim kurgusal bir yolla bir adaya helikopterle kaçıyorlar. Romain’de arkalarından geliyor ama fazla kalmıyor çünkü (gerçek hayatında olduğu gibi) ‘normal’ hayata dönüp intihar etmesi gerekmektedir. Afife ayrılışlarına çok üzülür.
Son bölümde de bir çift denize karşı otururlarken ay ile yıldızların denize düştüklerini görürler ve bu yüzden balıklarda ölür.


Gözlemlerim:

*Bu romanın önemli temalarından biri Romain Gary’nin yaşamı, etkileri. Bu kitabın bende bıraktığı etkiyle kısa zaman sonra Gary’nin Emile Ajar takma adıyla yazdığı ‘Onca Yoksulluk Varken [AAKA-920]’ okuyunca Gary’nin Uzuner tarafından yapılan betimlemelerini daha iyi duyumsadığımı düşündüm. Yazarın da Gary’e olan sevgisi ve hayranlığı hissediliyor:
“Sağ yanağında gülmesini beklemeyen aceleci bir gamzesi vardı. Çok şık bir adamdı.” (s.5)

“Sesinde alaycı bir baharat kokusu vardı.” (s.6)

“Komşum Romain Gary, oldukça girişken, diplomat ruhlu, neşeli, bir bakışta saygıdeğer etki yaratabilen, sihirbaz yetenekli bir adamdı. Çok nazikti, yine de bu nezaketi hiç rahatsız etmiyor, yapay kaçmıyordu. Elinde daima yanan ve yanmayı bekleyen ince purolar oluyordu. O sıralar komşumla ilgili tek sorunum, onun ne zaman ciddi, ne zaman şakacı, hatta dalgacı olduğunu çıkartamamamdı. Öyle kelli felli, oturaklı bir beyefendi görünüşü, öyle görmüş geçirmiş, yatıştırıcı ve inandırıcı bir ses tonu vardı ki, değil dalga geçmek, onun şakalarının bile az şekerli olduğunu düşünüyordu insan. Oysa göremediğim, yalnızca sezinlediğim bir hınzır çocuğun ayak izleri, çılgın bir rüzgarın serseri uğultusu vardı üzerinde.” (s.13)

“Komşum Romain Gary’nin, önceleri kişiliğine damgasını vuran ‘kadınlara mutlaka nazik ve anlayışlı olmak gerekir,’” (s.15)

“Ama biraz karmaşık ve tuhaf yönleri vardı.” (s.16)

“Sözlerinin ve davranışlarının altından sessizce akan matrak bir nehir vardı sanki.” (s.16)

“Bizler nasılsa temelde birbirimize benziyorduk ve düşünce patikalarımız, davranış mantıklarımız, ama en çok düşlerimiz ve beklentilerimiz akraba olduğu için seçilmiştik.” (s.26)

“Romain’in umurunda değildi. Pervasızlık, tehlike, hınzırlık, matraklık onun hamurunda vardı.” (s.26)

“Romain’in anısı oksijenle ilgiliydi. Yıllar önce bir sabah uyandığında hiç değilse oksijeni kesebileceğini düşünüp, müthiş sevinmişti.” (s.27)

“İnan ki yapacak bir şey yok Afife. Nina benim annemdir!” (s.36)

“Romain esrarengizdi ve gizeminin anahtarını asla kimselere vermeyecek insanlardandı.” (s.79)

“Sesinde ve bakışlarında dolaşan hayranlık, rengarenk balonlar olarak odaya dağıldı, başımızın üzerinde uçuştu.” (s.108)

“Bir ara ölümden kaçmaya çalışırken, kendime yirmi tane sahte kimlik kartı çıkartmıştım.” Demişti Romain.” (s.108)

“Kuzey Amerika yıllarında Mösyö Gary, Fransa’nın Los Angeles konsolosuydu. Ah yani demek, Romain aynı zamanda diplomatmış da…” (s.126) Bende okurken merak ettim bu çarpıcı adamın eserlerini..nitekim cevabını ‘Onca Yoksuluk Varken’de alarak ‘başyapıt’ listeme aldım.

*Belki de en önemli tema normal ile seçkin insanlar arasındaki farklar. Seçkin insanlardan kasıt sanatla ve bilimle, felsefeyle uğraşan insanlar ifade ediliyor. Bu çağlardan beri sanat, bilim ve felsefeyle uğraşan insanların dışlanmasını/bilerek kendilerini dışlandıklarını doğrulamıştır. Her ne kadar bu romanda dışlanmışlıklar akıl hastanesinin ortamıyla özdeşleşmişse de bu metaforun arkasında ‘normal’ insanlarla ‘farklı’ insanlar arasındaki temel ‘beyinsel-davranışsal’ ayrımcılığın olduğunu düşünüyorum:

“Program süresince normal kabul ettikleri hiçbir kavram, biçim ve işlevle karşılaşmayacakları bir çalışma ortamı garanti edilecektir.” (s.22)

“Bir yıl süreyle normal insanların dünyalarından yalıtılmak, onların değer yargılarından, yaşam tarz ve kalitesinden uzaklaşmak özgürlüğünü bağışlayacaktı!” (s.22)

“Bizler nasılsa temelde birbirimize benziyorduk ve düşünce patikalarımız, davranış mantıklarımız, ama en çok düşlerimiz ve beklentilerimiz akraba olduğu için seçilmiştik.” (s.26)

Normallerin her gün oynadığı MIŞ GİBİ oyununu çok iyi kavraması bir zorunluluktur.” (s.27)
Normal insanların tersine, bizlerin şaşırtmaya, şok yaratmaya ve beklenmedikle, bilinmediğin o metal renkli heyecanına tutkun olduğumuz göz önünde tutulursa, Romain’in ne yapmak istediği apaçık anlaşılacaktır.” (s.33)

“Biz seçkin öğrenciler, bütün normal insanlarda bulunan, ‘başkalarının özel hayatıyla ilgilenmek’ genini taşımayız. Bu eksikliğimiz bir sakatlık olarak sık sık yüzümüze vurulsa da, bizler meraklarımız konusundaki farklılığımızı, doğanın bize verdiği bir armağan olarak bilmekte daima kararlı olmuşuzdur.” (s.40)

“Söylentiler ve dedikodular normal insanların uzmanlık alanı,” (s.41)

“Çünkü, ‘normal erkekler’ in, kadınlar ve çocuklarla kendi doğal sesleriyle konuşma alışkanlığı ve eğitim yoktur.” (s.47)

“Zaten sayısı çok az, tehlikesiz ve zararsız insanlarız. Savaşa, ayrımcılığa, diktatörlüğe, faşizme, tembelliğe karşıyız. Elimiz silah tutmaz, yüreğimiz yufkadır, disipline gelemeyiz, kan görmeye dayanamaz, en önemlisi, aşka ve dostluğa inanır, şiir okuruz…” (s.60)

“Dahası hangimiz intihara öcü gibi bakıyor?” (s.61)

“Bir şeyler bulanlar genellikle kaçıklardır.” (s.63)

“Bizim gibi ‘seçilmiş özel öğrenciler’ le normal insanlar, saplantıların zorlanacak sınırları konusunda ayrılırlar. Bizim sınırlarımız yoktur!” (s.68)

“Tıpkı normal insanlar gibi duyduklarıma şaşırır hale gelmiştim.” (s.73)

“Beyaz Hıristiyanlar, kendi modern ve uygar dünyalarının bilim ve sanat bahçesine ‘Üçüncü Dünya’lı dehaları kabul etmezler. Daha da ilginci, onları görmezden gelme alışkanlığı genetik bir olgu haline dönüşmüştür artık.” (s.74)

“Nerden bulmuştum bu normal kadınlara özgü korunma kokulu, zavallı ses tonunu?” (s.75)

“Neden bizi olduğumuz gibi kabul etmiyorlar sanki? Korkuyorlar Afife, bizden korkuyorlar.” (s.75)

“Neden her eylemin içinde ille bir güç ya da cinsellik unsuru olabileceği saplantısıyla dünyalarını iyice daraltırlar?” (s.100)

“Neyse ki, bizler normal insanların MIŞ GİBİ oyunlarını oynayamadığımızdan, ‘suçluluk’ duygusuna da yabancıyızdır.” (s.105)

“Normal insanlar tarafından bir araya toplanıp, bilinçli ve sistematik bir normalleştirme operasyonu için bir enstitüde hapsedildiğimiz anlaşılmıştı. Türümüz ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.” (s.110)

“Bizim gibi seçilmiş özel insanlarda çok az bulunan savunma, sakınma ve gizlenme güdülerim yok” (s.110)

“Yok oluyorlar. Tek tek ortadan kayboluyorlar. Bizi birer birer yok edecekler! Türümüzü kurutacaklar ve dünyanın dengesi tamamen bozulacak!” (s.112)

“Artık dünyanın hiçbir yerinde bizi istemiyorlar. Soykırımının böyle uluslararası örgütlenişindeki ustalık, ancak teknolojinin ilerlemesiyle açıklanabilir.” (s.112)

“İkisinin de çok kızgın olduğunu anlamam, durumun ciddiyetini kavramamı, yeryüzünün en istenmeyen canlıları olduğumuzu algılamamı hızlandırıyordu.” (s.113)

“Bu bizim pasif, barışçıl, kimsenin işine burnunu sokmayan, ancak kendi kendisiyle yarışan, yüzleşen özel evrenimizin yapısına tamamen uygun düşer.” (s.117)

“Bilirsiniz, normal insanlar için gösteriş ve saygınlık, işin aslından daima daha önemli olmuştur.” (s.118)

“Birleşmiş Milletler’in kendi tarihinde ilk kez tam çoğunlukla uzlaşarak hazırladığı dünyanın en seçilmiş özel insanlarını normalleştirme işlemi başladığından beri” (s.146)

“Öbürleri gibi, ağlamak da oluşan koşulların yarattığı yeni duruma uyum sağlamaya, bedeni fiziksel ve duygusal olarak rahatlatmaya yarar.” (s.153)

“Normal insan kültürleri, ağlamayı bir zayıflık ve zavallılık, ağlamaya direnmeyi güçlülük olarak görmüşlerdir. Ve normal erkekler, zayıf ve zavallı yanlarını göstermekten çok korkarlar. Halbuki normal erkeklerin hep güçlü görünmek zorunluluğu gibi çok zayıf bir yanları vardır ve normal kadınlar için de erkeğin normali makbuldür.” (s.153)

“Belki de, beynini düşünmek mutluluğundan yoksun bırakan ‘emir kulları’ndan biriydi… İyi ama onlar yalnız normal insanların arasından çıkmaz mı?” (s.159)

“Bugün bir cennet parçasında normalleştirilmeden varoluşumuzu en çok ona borçluyuz.” (s.160)

“Biraz yalnız kalmak istemiştim. Bizim gibilerin hava ve su kadar gereksindiğimiz önemli bir şeydir.” (s.174)

“Akrabalarımızın çoğu, normal bulmadıkları için uzak dururlar bizden. Onlar için tuhaf, ne iş yaptığı, neye yaradığı anlaşılmaz, utanılacak insanlarızdır. Ya bir kavram, bir ses, ya bir renk, bir figür ya da bir formül, bir harf üzerine titizlenen, bunları dert eden, soyut, belirsiz anlaşılmaz yaratıklarızdır..” (s.184)

*Dilbilime ithafen birçok sözcük ve kavram roman boyunca ifade ediliyor.
-İngilizce:
“True Laundry” (s.10)
“Greek coffee” (s.20)
-İsveçce:
“Gir mer oppgave”
“Ta mer tid”
-Fransızca
“Art Deco” (s.54)
“Bonjour Jeanne, ça va?” (s.57)
“C’est ça!” (s.128)
“J eme suis bien amuse. Au revoir et merci.” (s.129)
“C’est tres comic!” (s.139)
“N’est pas Afife?” (s.142)
“Coup de foudre” (s.204)

-Latince:
“Per fumum” (s.89)

-Anadil:
“İnsanın en güzel sesleri asıl ana dilinde kullanabileceğine inanıyorum ben.” (s.87)

-Vuslat:
“Aşk ayrılığının acısını yaşayanlar, bilirler. Öldürmez ama müthiş üzer, bitap düşürür ve nöbetler halinde vurur. Tek tedavisi ‘vuslat’tır. ‘Vuslat’ın başka hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. ‘Vuslat’ en büyük ve en güzel kavuşmadır!” (s.154)

-Mahremiyyet:
“Mahremiyyet” kavramının bazı dillerde tam karşılığı bulunmadığının ayrımına varışım.” (s.174)

*Güzellik teması estetiği ve sanatı ifade tarzıyla karşımıza çıkıyor:
“Onu güzelliğinden çok, albenisiyle tanımlamak en doğrusu olur. Çünkü güzellik gözleri doyurur. Albeni gözler kadar, ruhu da okşar, bütün tene yayılır, ardından dokulara ve çok güçlüyse kana bile giriverir…” (s.14)
“Şiirin tek tutkusu güzeldir ve amacı kendisidir.” (s.67)

“En yetkin erkek güzellik tipi, şeytanın tipidir.” (s.67)

*Çeşitli kavramlar yazar tarafından kitap geneline anlamlı açıklamalarıyla serpiştirilmiş:
-Yaşlanmak:
“Yaşlılıkta öğrenilenler aslında daha önce unutulanlardır.” (s.49)

-Albeni:
“Çekici bir insan yaşlandığında da etkileyicidir, çünkü albeninin reçetesinde mistik oranlarda akıl, zarafet, sağduyu ve şeytan tüyü vardır.” (s.14)
“Aşk öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)

-Bakmak, Bakış:
“Bakışları pek çok sözden daha önemlidir. Her bakışın bir anlamı, anlamların sözden derin, eylemden geniş etkileri vardır. Bazı bakışlar öyle gönendirir, öyle mutlandırır ki, her şeyin eskidiği ve unutulduğu bir sayfada yalnızca o bakışın sevinci anımsanır. Kimi bakışlarsa çok sivri köşelidir, batar, incitir, kanatır, yarası iyileşse de acısı unutulmaz.” (s.77)

-Gülmek:
“Gülümseyişlerimiz havada buluştu, nedense biraz utangaç asılı kaldılar bir süre. Tuhaf bir titreşim oluştu onların asılı kaldığı yerde. Yayıldı, bana ulaştığında, içim ürperdi.” (s.42)
“O gülünce, serin ve yatıştırıcı bir rüzgar esti odada. Tıpkı, taze çikletin ağızda yarattığı ferahlık gibi…” (s.106)
-Kadın-Erkek ilişkisi:
“Komşum Romain Gary’nin, önceleri kişiliğine damgasını vuran ‘kadınlara mutlaka nazik ve anlayışlı olmak gerekir,’” (s.15)
“Ve bir kadınla bir erkek arasında yaşananlar, bütün ayrıntıları binlerce kez anlatılsa bile aslında tamamen o ikisi arasında gizlidir.” (s.16)

“Mantıklı, sevecen, güvenilir bir erkeğin sakin, huzurlu, dost sıcaklığındaki sularında dinlenen kadın beyninin keyifli doyumunu düşledim.” (s.78)
-Alkol:
“Kuzeyde alkollü içkiler ancak devletin kontrol ettiği tekel dükkanlarında satıldığından ve bu dükkanların da erkenden kapatıldığını bildiğimden,” (s.34)


-Sır:
“Sırlar yani gizler, kendi uydurduğumuz gizemlerdir aslında. Tek tek üzerinde düşünüldüğünde, gizliliği dışında pek önemi, hatta anlamı da olmayan gerçekler yumağıdır onlar.” (s.34)
“Sırlarda hepimize ait bir heyecan, korku, merak ve gizliliğin baştan çıkartıcı tadı vardır.” (s.35)
-Annelik:
“Kendi annemi düşündüm. Sevgisiyle ve ona her ters düşüşümde yüklediği yüksek dozlu ‘suçluluk duygusu’ yla, annemi düşündüm.” (s.37)

-Ninni:
“Ninnisiz büyüyenlerin apayrı bir kültürü vardır.” (s.87)

-Algılamak:
“Belki de bunları, olmasını istediğim için böyle olmuşçasına algılıyordum. Sonuçta hemen her şeyi gözlerimizin merceklerine göre ayarlayan kendimiz değil miyiz?” (s.25)

-Öfke:
“Öfkesini ifade ederken seçtiği sözcükler baharatlı bir koku bırakıyordu havada. Acısı bol…” (s.82)

-Tanrı:
“Tanrı benim için bir gönül meselesidir.” (s.120)

-Müzik:
“Görkemli senfonilerin ortasında bir yerde beliriveren, yumuşacık bir flüt sesini beklemek gibi bir eğilimim vardır.” (s.133)

-Keder:
“Kederin asitli kokusunu duydum.” (s.207)

*Roman Afife ile Roman’ın aşkını da akıl hastanesinin tıbbi ortamının içerisinde saf bir duyguyla işliyor. Aşkla ilgili çok güzel ve anlamlı benzetmeler var:
“Ve bir kadınla bir erkek arasında yaşananlar, bütün ayrıntıları binlerce kez anlatılsa bile aslında tamamen o ikisi arasında gizlidir.” (s.16)
“Beni öyle çok seviyor ki, beni onun kadar çok sevecek bir başka kadına rastlamama engel oluyor.” (s.35)

“Gülümseyişlerimiz havada buluştu, nedense biraz utangaç asılı kaldılar bir süre. Tuhaf bir titreşim oluştu onların asılı kaldığı yerde. Yayıldı, bana ulaştığında, içim ürperdi.” (s.42)

“Aşk öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)

“Aşkın asıl tanımı, hayranlıktır. Ve birbirinden farklı yüzlerce hayranlık çeşidi vardır.” (s.96)

“Sevginin aşka yükseldiği yerde, sözcükler albenisini yitirir bazen.” (s.102)

“Beynimin yarattığı derin coşku, yanaklarımı pembeye, gözlerimi aşka boyamıştı. Uçuyordum.” (s.103)

“Çünkü, aşk bütün zamanların en güçlü vatanıdır.” (s.109)

“Sarıldım ona. Ne güzel kokuyordu aşk!” (s.115)

“Çok güzel olduğumu hissederek, çok güzel gülümsedim. Aşk çok güzelleştirir!” (s.118)

“Sırılsıklam aşık bir genç kadın gülünce, kikir kikir bir ses çıkar, öyle oldu; kikirdedim.” (s.128)

“Kuşkusuz aşk, aşk kuşkusuz! Odur saran yüreği coşku
Her bakışta yaratılan o yaman duygu
Ruhun sıyrılıp karanlıktan
Sevgilinin göklerine yükselişi
Yasemin dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi
Ve ölümden zerre kadar sakınmayışı!
Aşk, kuşkusuz aşktır o!
Soluklanarak düş gücünün doruklarında
İçilen yaşam suyu
Ölümsüzlüğün zehirli fısıltılarında
Ve sevgilinin öptüğü aslında
Kuşkusuz aşk, aşktır kuşkusuz
Ancak yüreği öpülürse,
Öpülürse yüreği duyulur sesi
Ruhun gizli sularında
Sessizce uyuyan derinde
Aşk, kuşkusuz aşktır o!
Çıplak bir iltifatın en latif
Kıvrımlarında
Harikulade, saf ve zarif
Bana soracak olursanız tuhaf ve naif
En olmazın oluru, kıyametin neşesi
Aşk, aşktır o, tanırsınız eninde sonunda…” (s.130-131)

“Biz birbirimizin yüreklerini öptük.
Ancak yüreği öpülürse,
Öpülürse yüreği duyulur sesi
Ruhunun gizli sularında
Sessizce uyuyan derinde…” (s.135)

“Aşk, en tehlikeli inançtır. Aşk çok cesur olmayı gerektirir ve cesareti daima sınar, hep zorlar! Bu yüzden herkes aşık olamaz ve tehlikeye duyulan ilgi, gençlik yıllarında daha yoğundur.” (s.148)

“Ve henüz aşkın en erken saatinde, en tutkulu ve bütün öbürlerinden en farklısı olduğu sanısındayken…” (s.150)
“Aşk ayrılığının acısını yaşayanlar, bilirler. Öldürmez ama müthiş üzer, bitap düşürür ve nöbetler halinde vurur. Tek tedavisi ‘vuslat’tır. ‘Vuslat’ın başka hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. ‘Vuslat’ en büyük ve en güzel kavuşmadır!” (s.154)
“Çünkü bir sevgiliye kavuşmaktan daha güzel olan tek şey, sevgiliye kavuşmayı düşlemektir! Düşledim, düşledim, düşledim…” (s.188)

“Sımsıkı sarıldık birbirimize ve yeni evimin çiçekli yeni çarşaflarına aşk bulaştırdık.” (s.195)

“Ama en çok aşkı korumak gerekir Afife. Korunmayan aşk bozuluyor, çürüyor ve çabucak yok oluyor.” (s.204)

*Yazar şiiri de bir destekleyici tema olarak roman boyunca işliyor ve duyguların ifadesinde ondan yeterince yararlanıyor:
“Şiirin saati sabah değildir! Bu şiirlerin tam saatiyse alacakaranlıktı.” (s.67)
“Şiirin tek tutkusu güzeldir ve amacı kendisidir.” (s.67)
-Romanda geçen şiirler (Yukarıdakiyle beraber):
“Ya ne yapmak lazımmış? (…) Şan olsun diye, meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye şiir dergisi mi bastırmalı? İstemem eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem Meyhane köşesinde dahi olmak mı hüner?” (s.115)
“İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp da herkesten alkış mı dinlenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkartmalı?
Yoksa ödüm mü kopsun bir Allahın aptalı
Gazeteye bir eleştiri yazacak diye her gün?
İstemem eksik olsun! (..) Ve ta son nefesinde
Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek
Şiir yazacak yerde, ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!
Fakat şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya,
Yapayalnız ama özgür yolculuk etmek aya.
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da (…) Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlar çıkmazsa yaprakları ne zarar?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşıma
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!” (s.116)

“Tutup ikinci yolu, açacağız önümüzü,
Kendimize özgü yetenek ve
Yaratılarla kurtaracağız kendi türümüzü
Ah ile, vah ile yitirilmemeli zaman
Normallere asla verilmemeli aman!
Şu tehlikeye gelince, dillere dehşet salan,
Gülerim kahkahayla, yüzüme kanlı gül çalan,
Yalnızca biridir bedellerinden,
Farklı oluşun normal diğerlerinden.
Yüzyıllardır ter bezlerimize tehlike,
Alışkınız yaşamaya birlikte.
Değmez düşünmeye uzun uzun,
Dünyamız çok farklı, yolumuz upuzun
Son olarak, tabii ki ONUR!
Başımızdaki görünmez tacın adı odur.
Adıdır ölümcül hastalığın yokluğu,
Acımaz, çökertir tüm bağışıklığı!
Eğiliyorum önünüzde, dünyanın en seçkinleri,
Hanımefendileri, Beyefendileri,
Davet ediyorum sizleri,
Tehlikeye; kalem ve kılıca şimdi,
Koruyun yaratıları, farklılıkları ve düşleri,
Yeryüzünün insanca zenginlikleri..
Cyrano yalnızdır, tektir.
Tüm dileği farklılığını sürdürmektir!” (s.120-121)


“Biz birbirimizin yüreklerini öptük.
Ancak yüreği öpülürse,
Öpülürse yüreği duyulur sesi
Ruhunun gizli sularında
Sessizce uyuyan derinde…” (s.135)

“En derin saygılarımı
Lütfen kabul ediniz.
Pirimsiniz
Daima ve sonsuza dek
Doğruculukta
Bunu hep bildiniz!” (s.158)

*Diğer temalardan biri de ‘Koku’. Yazar hem genel olarak kokuyu hem de parfümün etkilerini çeşitli şekillerde işliyor:
-Koku:
“Öfkesini ifade ederken seçtiği sözcükler baharatlı bir koku bırakıyordu havada. Acısı bol…” (s.82)
“Aşk öncesi heyecanın doğal parlaklığıyla öyle güzelleşmiştim ki, hiçbir kozmetik bir kadını böyle albenili kılamaz!” (s.89)

“Parfüm seçmek için zaman harcadığımı itiraf etmeliyim. Aslında ciddiye alınan parfümün gizemli adından çok, kokunun kişiliğidir. Çünkü kokuların pek çok durumda görsellikten daha önemli olan dokunma ve hayal gücü duyularıyla doğrudan ilişkisi olduğu öğretilmişti bana.” (s.89)

“Latince anlamı ‘tamamen uçucu’ olan ‘per fumum’ dan,” (s.89)

“Bir kokunun yaratacağı çağrışımlarla, o sırada yaşanan ruh durumunun uyuşması gereğini öğretmişti annem bana. Parfüm seçme sanatının en önemli koşulu buydu. Parfümleri gerçekten anlayan kişinin kendini çok iyi tanıması, değişen ruh durumlarına uyum sağlayacak birkaç kokuyu her olasılığa karşı- yanında bulundurması gerekiyordu. Bir de kokuların göndermelerini iyi duyumsamak, bu yetiyi geliştirmek şarttı.” (s.90)

“Bu; karmaşa ve coşku gibi birbirine ters iki durumun bir arada yaşanışındaki baharatlı, tehlikeli bir kokuya karışan heyecan verici bir çiçek özünün tatlı baygınlığıydı.” (s.91)

“Parfümümü de giyindikten sonra geceye katılmaya hazırdım.” (s.91)

“Kokusunu duydum o sırada, tanımadığım, hafif, taze, yüksek dağlardaki yanıl yeşillikleri çağrıştıran, genç bir koku.” (s.98)

“Kederin asitli kokusunu duydum.” (s.207)

-Parfüm:
“Parfüm seçmek için zaman harcadığımı itiraf etmeliyim. Aslında ciddiye alınan parfümün gizemli adından çok, kokunun kişiliğidir. Çünkü kokuların pek çok durumda görsellikten daha önemli olan dokunma ve hayal gücü duyularıyla doğrudan ilişkisi olduğu öğretilmişti bana.” (s.89)
“Latince anlamı ‘tamamen uçucu’ olan ‘per fumum’ dan,” (s.89)

“Bir kokunun yaratacağı çağrışımlarla, o sırada yaşanan ruh durumunun uyuşması gereğini öğretmişti annem bana. Parfüm seçme sanatının en önemli koşulu buydu. Parfümleri gerçekten anlayan kişinin kendini çok iyi tanıması, değişen ruh durumlarına uyum sağlayacak birkaç kokuyu her olasılığa karşı- yanında bulundurması gerekiyordu. Bir de kokuların göndermelerini iyi duyumsamak, bu yetiyi geliştirmek şarttı.” (s.90)

“Bu; karmaşa ve coşku gibi birbirine ters iki durumun bir arada yaşanışındaki baharatlı, tehlikeli bir kokuya karışan heyecan verici bir çiçek özünün tatlı baygınlığıydı.” (s.91)

“Parfümümü de giyindikten sonra geceye katılmaya hazırdım.” (s.91)
*Romanın karakterleri geçit töreni gibi önümüzden karakterlerinin ifadeleri analizleriyle geçiyorlar:
-Chagall:
“Chagal’ın resimlerini kim bilmez, çoğu baş aşağı, naif figürler…  kocaman buketler, melankolik palyaçolar, düşsel hayvanlar, uçuşan sevgililer ve cıvıl cıvıl vitraylar…” (s.97)

-Afife Jale:
“Afife Jale, büyükannem, Piri Reis, büyük büyük dedem…” (s.136)
“Anneannem hakkında her şeyi bilmiyorum. Bildiğim, cesur, asi, atılgan bir kadın olduğudur. Bir sahne sanatçısıydı… duyarlı ve çok kırılgan…” (s.136)
-Piri Reis:
“Afife Jale, büyükannem, Piri Reis, büyük büyük dedem…” (s.136)
“Orada doğan çocukların sudaki balıklar gibi büyüdükleri, beşiklerinin sandallar, ninnilerinin dalgalar, topraklarının da denizler olduğu söylenir.” (s.138)

*Prometheus:
“Ateşi Tanrılardan çalmak istediği için, bir kayaya zincirlendiği ve bir akbabanın gelip onun karaciğerini yemeye başladığı kesinlikle doğruydu.” (s.140)

*Sanat üzerine de çeşitli benzetmeler açıklamalar var:
*Grotesk Sanat:
“Grotesk sanat en iyi protesto biçimidir. İğrençliği, şiddeti, sefilliği olduğu gibi yansıtır, fazlasıyla, bütün şiddetiyle!” (s.69)

-Sanatçı:
“Sanatçı, işi ömür boyu kendini kandırmak olan adamdır Afife. İşi gücü, neden var olduğunun yanıtını aramak olan, ama bizzat kendisi acıklı bir soru cümlesi olan adam…” (s.201)

*Hayatın bir parçası olan cinsellik şairane bir şekilde ifade buluyor yazarın üslubunda:
“Biz sanki konuşmaya susamış, birbirimizi tanıyabilmek için çılgınca sözsel bir sevişmenin içine yuvarlanmıştık. Bu da bir sevişmedir; sözcüklerin dudaklardan akışının müziğiyle yakalanan bir cinsellik. Bunun tadı, bunun kokusu başkadır.” (s.136)

-Ağlamak:
“Öbürleri gibi, ağlamak da oluşan koşulların yarattığı yeni duruma uyum sağlamaya, bedeni fiziksel ve duygusal olarak rahatlatmaya yarar.” (s.153)
*Bu roman bana daha önce büyük heyecanla okuduğum Ayn Rand’ın “Atlas Vazgeçti” romanını hatırlattı. Orada da ‘seçilmişler-üstün zekalarıyla büyük iş imparatorlukları kuran kişiler’ toplum ve devlet baskısından kurtulmak için vadiye yerleşip yeni ve üst seviyede teknolojik bir hayat kuruyorlardı. [AAKA-867-869-871]. Acaba Uzuner bu romandan etkilenmiş olabilir mi? Bana bunu düşündürten bölümler s75, 110, 112’de.
*Romanda programın 1 senelik olduğu söyleniyor:
Acaba bu 1 yıllık bir tedavi mi demek?

*Romain Gary’nin “MIŞ gibi” sunumu çok ilginçti:
“Rol yapmazsanız, topluma uyamadığınız söylenir. Rol yapma alışkanlığının yıllar boyu böyle kararlı ve sürekli biçimde benimsenmesi, ‘MIŞ GİBİ’ oyununun ne denli
*Diğer karşımıza çıkan tarihten ünlü karakterler de romana değişik renkler katıyorlar: Herman Hesse, Leonardo Da Vinci, Cengiz Han, Vivaldi, Mendelssohn, Thomas Edison, Galileo.
*Enteresan bir ifade:
“Var olmak kendini yeniden yaratmaktır.” (s.108)

*Balık izleri buluşu çok ilginçti. Balıkların kumsalda bıraktıkları izler yüzünden ‘normal’ insanlar adadan uzak duruyorlar. Balıkların bıraktığı izler de sanatçı-bilim insanları-filozofları ‘normal’ insanlardan ayıran bir metafor.
“Kumdaki izler, yerde dolaşan balıkların izleriydi. Tombul, yirmi-otuz santimetre boyunda balıklar yan yata yata yürümüşlerdi ve arkalarında ayak izlerini bırakmışlardı… Balık ayak izleri? Balık ayakları?.. Balık izleri… İzler..” (s.171)

“Küçük sayılabilecek, belki de olgunlaştığında irileşecek, henüz erginleşmemiş, genç, tombulca, yassı balık izleri uzayıp gidiyordu.” (s.189)

“Bu canım adayı normallerin işgalinden kurtaran kim? Onların bu adayı çok yıldızlı otelleri, çokuluslu bankaları, gösterişli deniz atraksiyonu, sentetik cinsellik servisi ve seri üretim gıda satışlarıyla nasıl olup da kirletmediklerini düşündün mü hiç?” (s.208)

“Normal insanların bu adayı uğursuz bulup, şeytan adası diye anmaları, peri ve cin gibi batıl bir açıklama yaratarak apar topar terk etmelerinin tek nedeni, sevgili dostlarımız Balıkların İzleri Ve Balık İzlerinin Sesidir. B.İ.S.!” (S.209)

*Balıkla Yüzleş Operasyonu.
“Balıkla Yüzleş” operasyonuyla normallerin dünyasından kaçıp, bir soykırımından kurtulmuş olduk.” (s.161)

*Programdakilerin ‘hasta’ oldukları iması ilk olarak s.43 ten beri verilmeye başlanıyor:
“Elinde bir tepsi, tepside de bir bardak su ve bir tabak vardı. Tabakta iki tane pembe hap.” (s.43)

*Hapların verilmesi:
“Elinde bir tepsi, tepside de bir bardak su ve bir tabak vardı. Tabakta iki tane pembe hap.” (s.43)
“Dünyada olmaz, benim uykum falan kaçmadı ki.. Hem sonra, uyku ilacı içmeye nasıl zorlarsınız insanı, burası insan hakları konusunda dünyanın jandarması sayılan Kuzey Avrupa değil mi?” (s.45)
*İnsanların başkaları oldukları iddiası:

“Siz ne onlar gibi başkası olduğunuzu iddia ediyorsunuz,” (s.99)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder